Merhaba, hala wasdzone forumuna kayıt olmadın mı? Kayıt ol  


Boş vaktniz varsa...

Reklam/Sponsor


#1

Boş vaktiniz varsa bu linkteki kısa hikayeyi okuyun:
http://trakyadans.com/1/milyarder-l-vladimir-megre/

Benim için çok etkili olmuştu ve sizlerin de bundan yararlanabileceğinizi düşündüm Smile
Alıntı

#2

Baya kısaymış. Okumaya çalışayım
Alıntı

#3

John Heizman, ofisinin bulunduğu kırk ikinci katta ölüyordu. Katın tamamı onun dairelerinden oluşuyordu. İki yatak odası, bir spor salonu, havuz, misafir odası ve iki çalışma odası son üç sene onun mekânı olmuştu. Bu zaman içinde o dairelerini hiç terk etmedi ve hızlı asansör ile aşağıya inmedi. Kendine ait olan finans imparatorluğu için hizmet veren odalara hiç inmedi. Çatıda onu helikopterle bekleyen ekibin yanına bir defa bile çıkmadı. Bu ekip her an sahibinin emirlerine uymaya hazırdı. Ama son üç sene o, bir defa bile görünmedi. Haftada üç defa çalışma odalarının bir tanesinde sadece en yakın yardımcılarından dört tanesini kabul ediyordu. Onlarla beraber kırk dakikayı geçmeyen toplantılar yapıyor ve ilgisiz bir şekilde raporları dinliyordu. Bazen çok kısa talimatlar veriyordu. Milyarderin talimatları kesinlikle tartışılmıyor ve tam olarak yerine getiriliyordu. Heizman’a ait olan imparatorluğun finans durumu her sene % 16,5 artıyordu. Son altı ay hiçbir toplantı yapmamasına rağmen, maddi kazancı azalmıyordu. Onun tarafından yaratılmış yönetim mekanizması mükemmeldi. Hiç kimse milyarderin gerçek maddi durumunu bilmiyordu. Medyada onun adı hemen hemen hiç geçmiyordu. Heizman katı bir şekilde şu kurala uyuyordu: “Paralar gösterişi sevmiyor.” Babası genç Heizman’a her zaman şöyle bir nasihatte bulunuyordu: “Bırak bu politikacılar ekranlarda göstersinler kendilerini. Başkanlar ve onlar gibilerini bırak halkla konuşsunlar ve halka mutlu bir hayat vadetsinler. Bırak medyada sürekli adı geçen milyarderler otomobiller ve korumalarla gezsinler ortalıkta. Sen Johny, bunlardın hiçbirini yapmaman gerekiyor. Senin her zaman gölgede kalman gerekiyor. Paranın sana verdiği güç ile bütün ülkelerde bulunan hükümetleri, başkanları, milyarderleri ve dilencileri yönetmelisin. Bu kişilerden hiçbirinin onları kimin yönettiği konusunda en ufak bir fikri dahi olmamalıdır. İdare şekli fasulye gibi basittir. Sayısız üyeleri olan döviz fonunu ben yarattım. Farklı isimler altında bana ait sermayenin yüzde yetmişi orada bulunuyor. Dışardan bakıldığında bu fon, sıradan olan insanlara gelişmekte olan ülkeler için yaratılmış gibi görünüyor. Aslında ben onu, tüm ülkelerden para toplama mekanizması olarak yarattım. Örneğin: İki ülke arasında savaş çıkıyor. Ülkelerden birisinin paraya ihtiyacı oluyor. Aslında genelde her iki ülkenin de paraya ihtiyacı oluyor. Alsınlar – sonra faiziyle iade edecekler. Başka bir ülkede de halk tarafından çıkarılan ayaklanmaları bastırmak için yine para lazım oluyor. Alsınlar – faiziyle iade edecekler. Politik iki güç birbirleriyle politik savaşa giriyor. Bir taraf ajanlarımız aracılıyla bizden para alıyor. Yine faiziyle iade edecekler. Her sene sadece Rusya bize üç milyar dolar faiz ödüyor” dedi babası John’a.

Yirmi yaşındayken John Heizman, babasıyla sohbet etmeyi çok seviyordu. O ana kadar her zaman katı, disiplinli olan ve çok fazla sohbete yanaşmayan babası bir gün John’u çalışma odasına yanına çağırdı. Şöminenin yanında bulunan bir koltuğa oturmasını söyledi. Kendi elleriyle ona çok sevdiği kaymaklı kahveyi bir fincana koydu ve üniversitedeki eğitimin hoşuna gidip gitmediğini sordu. John: “ Her zaman ilgimi çekmiyor, baba. İçimde bir his var ki, ekonominin yasalarını tam olarak açık ve net bir şekilde anlatmıyorlar” diye John dürüstçe cevap verdi. “İyi, doğru fark etmişsin. Ama bunun asıl gerçeği şu ki; bugünkü profesörler ekonominin yasalarını açıklayamıyor çünkü o yasalar hakkında en ufak bir fikirleri dahi yok. Onlar, ekonominin ekonomistler tarafından yapıldığına inanıyorlar. Ama çok yanılıyorlar. Dünya ekonomisi psikologlar, filozoflar ve oyuncular tarafından yönetiliyor. Ben yirmi yaşımı bitirdiğimde babam, senin deden John, yönetici sürecinin sırlarını bana anlattı. Sen artık yirmi yaşındasın John, ben artık bu bilgileri senin almaya layık olduğunu düşünüyorum.” diye dedi John’un babası. “Teşekkür ederim, baba” diye cevap verdi John. Bu şekilde şöminenin yanında sohbet edasında ekonominin yasaları hakkında John’un eğitimi başladı. Üniversitede verilen eğitimden tamamen farklı bir eğitim. Baba oğlunu ilginç bir şekilde eğitiyordu. Bütün eğitim, sohbet şeklinde sürekli örnekler ve oyunun ayrıntılarıyla geçiyordu. Babasının John’a anlattığı bilgi akıl almazdı. Hiçbir üniversitede hatta en prestijli olanında bile bu bilgiyi hiçbir şekilde elde edemezdi. John’a babası soruyordu: “Söyle John, çok zengin insanların sayısı ülkemizde nedir? Ya da dünyada?” “Onların isimleri ekonomi dergilerinde sahip oldukları servete göre açıklanıyor” diye sakince yanıtladı John. “Biz, bu listelerde kaçıncı yerdeyiz?” diye soruya devam etti babası. İlk defa babası ben değil, biz diyordu. Artık babası John’u bir ortak olarak görüyordu. Babasını üzmek istememesine rağmen John cevap verdi: “Senin adın baba bu listelerde yok.” “Evet, halkısın. Yok.” diye devam etti babası. “Ve, biliyor musun! Benim bir senelik gelirim bile, bu listelerden birçok kişinin toplam sermayesinden daha fazla. Benim adımın orada olmamasının tek bir sebebi var; cüzdan şeffaf olmamalıdır! Bu listelerden birçok kişi dolaylı ya da doğrudan benim imparatorluğum için çalışıyor. Benim ve senin imparatorluğun için oğlum!” “Baba, sen gerçekten ekonomide bir dâhisin, aklım almıyor; nasıl mümkün böyle bir şey!” dedi John. “Savaş unsuru olmadan böyle bir gelirin bu kadar büyük imparatorluğumuz için bize ödenmesi nasıl mümkün! Sen nasıl böyle devasa bir ekonomik operasyon gerçekleştirmiş olabilirsin?” Heizman baba, şömineyi bir maşa ile karıştırdı; oradaki kütükleri biraz itti ve sessizlik içinde kendine ve oğluna bir bardak hafif şarap koydu. Minicik bir yudum içti ve ondan sonra devam etti: “Ben hiçbir ekonomik operasyon gerçekleştirmedim. Benim kontrol ettiğim sermaye, emir vermem için bana imkan sağlıyor sadece. Emirleri başkaları yerine getiriyor ! Analiz yapan birçok kişi, farklı ülkelerde hükümetlerde bulunan dâhiler ve başkanlar şu anki durumların onların yaptıklarına değil de benim kaprisime bağlı olduğunu bilseler şok şaşarlar. Politik strateji ve analiz yapan merkezler, ekonomi üniversiteleri ve birçok ülkenin hükümetleri farkında değiller ki benim bölümlerimde geliştirilmiş yollardan gidiyorlar. Ve bu bölümler sayı olarak çok az. Mesela, Rusya’nın tüm sosyal ve ekonomik politikası, savaş doktrini bir tane bölüm tarafından yönetiliyor. Bu bölümde dört tane psikolog ve her psikoloğun da dörder tane sekreteri var. Bu psikologlardan hiçbiri diğerlerinin varlığından haberi yok. Bir gün sana bu şekilde nasıl yönetiliyor göstereceğim. Aslında çok basit. Ama bundan önce Johny, senin ekonominin gerçek yasalarını çok iyi anlaman gerekiyor. Bu yasalar hakkında üniversitedeki profesörlerin fikri bile yok. Onlar böyle bir şeyin varlığından dahi haberdar değiller. Yasa şudur: Demokratik toplum çerçevesinde, bütün ülkelerdeki başkanlar, hükümetler, bankalar, büyük ve küçük işletmeciler tek bir kişi için çalışıyor. O kişi de ekonomik piramidin tepesinde bulunuyor. Onlar babam için çalışıyordu, şimdi benim için, yakında da senin için çalışacaklar” dedi babası. John Heizman bakıyordu babasına ve babasının ona söylediği şeyi sonuna kadar kavrayamıyordu. Evet, o biliyordu babasının çok ama çok zengin olduğunu, ama şu anda burada paradan söz edilmiyordu, burada süper bir güçten söz ediliyordu ve bu süper güç John’a geçecekti. Bu fantastik bilginin sonuna kadar kavranması çok zordu. Nasıl oluyor da, serbest demokratik toplumda başkandan başlayıp, büyük ve küçük firmalara kadar herkes bir kişi için çalışıyor; onun adı da John’un babası… “Ben senin dedenden bunu duyduğumda, hemen kavrayamadım. Sen de şu an kavrayamıyorsun ama şunu anlaman gerekiyor: Hayatta zengin insanlar vardır. Ama her zenginin üzerinde daha zenginler de vardır. Ve bir tane var ki en zengin… O en zengin kişi için geriye kalan zenginlerin hepsi çalışıyor. Yani onlara itaat eden herkes de ona çalışıyor. Şu an yaşadığımız sistemin yasası bu. Gelişmekte olan ülkeler için yapılan bütün karşılıksız yardımlar… Bunlar tamamen bir blöf. Evet zengin ülkeler gelişmekte olan ülkelere uluslararası fonlardan kredi veriyorlar, ama sadece ve sadece tek bir amaçla: Büyük faizler almak için, vergi almak için. Rusya senede 3 milyar dolar IMF’ye ödüyor. Bu sadece aldıkları kredinin faizidir. Birçok ekonomi uzmanı biliyor. IMF’nin temel finansı Amerika‘nın kapitallerinden oluşuyor. Biliyorlar ki bunlar Amerika’ya gidiyor ama hiç kimse Amerika’da bu paranın kime gittiğini bilmiyor. Amerika ülke olarak, kapitallerle yapılan oyunda sadece bir paravandır. Söyle John, sen biliyor musun ki Amerika’nın da çok büyük bir borcu var.” “Evet, baba biliyorum. Ve borcun miktarı astronomik. Geçen sene için … bu kadardı. Bu borcun faizi de… bu kadardı” dedi John. “Demek ki sen o zaman biliyorsun ki, başka ülkelere borç veren ülkenin kendisi büyük miktarda borç para alıyor. Peki, nereden alıyor parayı? O borcu kimden alıyor? Hiçbir fikrin var mı John?” “E, bizim kendi merkez bankamızdan baba.” “Hımm, peki o kimin… yani merkez bankası kimin? “O… ,o…” John hiçbir zaman düşünmemişti. A.B.D.’nin kime borçlu olduğunu. Ama babasının sorularına cevap verdiği için anladı. Amerika’da vergi ödeyen her kişi, bu vergiyi merkez bankasına ödüyordu. Ama merkez bankası özel bir banka. Demek ki bütün Amerika yüzbinlerce milyar doları birilerine ödüyor… ya da … bir kişiye…

Heizman hayatını çok sağlıklı yaşıyordu. İçki, sigara içmiyordu, sağlıklı besleniyordu, spor yapıyordu, ama son 6 altı ay spor salonuna gitmeyi kesti. 6 aydan beri ultra modern tıp aletleriyle dolu bir yatak odasında yatıyordu. Yanında sürekli doktorlar vardı. Ama John Heizman bugünkü tıbba güvenmiyordu. O doktorlarla konuşmuyordu bile. Bir tane psikolog profesör vardı sadece onunla çok kısa konuşuyordu. Heizman doktorların isimlerini bile bilmiyordu ve ilgilenmiyordu. Profesörün de ismini bilmiyordu ama kendi içinde bu en samimi ve dürüst olanı diyordu. Profesör çok sık konuşuyordu ve düşünüyordu. Anlamak istiyordu bu hastalığın sebeplerini. Bir gün profesör geldi ve gelir gelmez konuşmaya başladı. “Ben çok düşündüm sizin durumunuzu dün gece ve bütün bir sabah. İçimde bir his var ben bu hastalığın sebeplerini bulacağım. Eğer sebebini bulabilirsek siz çok hızlı iyileşebilirsiniz. Ahh, Bay Heizman, çok özür dilerim. Size iyi günler dilemeyi unuttum. Bir az heyecanlıyım da… Milyarder bir şey demedi. Onun selamına da hiçbir şey söylemedi. Ama o hep böyle davranıyordu. Hatta bazen çok hafif elini oynatıyordu ve herkes biliyordu ki bu odadan kovulmaktı. Ama bu sefer profesöre böyle yapmadı. Onun için profesör çok büyük bir heyecanla devam etti. Ben size karaciğer, böbrek ve kalp transplantasyonu yapmamız gerektiği konusuna inanmıyorum. Evet, şimdi bu 3 organ güzel çalışmıyor, bu doğru. Ama biz bunların yerin yeni organlar koyarsak, onlar da etkili bir şekilde çalışmayacak. Bunların etkili bir şekilde çalışmıyor olmasının nedeni sizin derin bir depresyonda olmanızdır. Derin depresyon. Ben, senelerce üzerinizde yapılan incelemeleri okudum. Ve çok önemli bir şey keşfettim. Sizi tedavi eden doktor her şeyi çok ayrıntılı bir şekilde not etmiş. Her zaman sizin psikolojik olan durumunuzu not etmiş. İç organların çalışmasının kötü olması, sizin depresif hale girmeye başladığınızda oluyormuş. Şimdi, şurada önemli bir konu var. İç organların bu kadar kötü çalışması mı depresyonu getiriyor ya da depresyon mu iç organların çalışmasını mafediyor? Ben eminim, bunun ilk sebebi depresyon. Yani, öyle, öyle… Sizin inanılmaz derin bir depresyonda olmanız. Bu depresyona girmeniz için, insanın tamamen hedefsiz kalıyor hayatta. İnsan, etrafta olan bitene ilgisini kaybediyor. Hayatın anlamını görmüyor. O zaman beyin çok zayıf komutlar vermeye başlıyor. Çok zayıf emirler vermeye başlıyor. Depresyonun belirli bir seviyesinde de emirler tamamen kalkıyor ortadan ve o zaman: ÖLÜM… Yani ilk sebep depresyon. Peki nasıl depresyonu tamamen yok edebiliriz. Bugünkü tıp tamamen susuyor. Bugünkü tıpta bulamadığım için bilgi, ben de halk tıbbına gözümü çevirdim. Ve şimdi biliyorum. Sizin derin bir depresyonda olmanızın sebebi: NAZAR. Siz nazara gelmişsiniz. Evet, Öyle, öyle… Yani tam olarak söylemek gerekirse sizi nazar etmişler. Ve ben bunu birçok olguyla size gösterebilirim.” Milyarder, şu jesti yapmak istedi ama… O hiç sevmiyordu bugünkü büyücüleri, sihirli şeylerle uğraşanları, nazarları… O onların sahtekâr olduğunu düşünüyordu. Ama bu profesör, bugünkü tıbbı yapabileceği bir şey olmadığı için, gitmiş halk ilaçlarına. Ama milyarder o jesti yapana kadar profesör konuşmaya devam etti. Milyarderin az da olsa ilgisi uyandı onun için o jesti yapmadı. Profesör çok az sustu ve baktı ele, ama o el kıpırdamayınca konuşmaya devam etti. “İnsanlar bir birine farklı bakıyor. Bazıları kayıtsız, bazıları aşkla, bazıları nefretle, bazıları korkuyla, bazıları saygıyla… Ama dış önemli değil. Dış ola şey maske de olabilir. Önemi olan bir insanın başkasına karşı içten ne hissettiğidir. İnsanlar birbirlerine ne kadar çok pozitif duygular gönderiyor, o kadar pozitif enerji insanda ortaya çıkıyor. Ve tam tersi, etrafınızda negatif duygular daha fazlaysa o zaman insanın içinde yıkıcı ve negatif şeyler konsantre oluyor. Halk buna nazar diyor. Halkın arasında tedavi eden insanlar tedavilerini bu temelin üzerine kuruyorlar. Onların hepsi sahtekâr değil. Olay şu ki, bir insan çok fazla negatif enerji aldıysa, o kendi de bunu nötr hale getirebilir. Bunu içinde dengeleyebilir. Halkın arasında tedavi eden insanlar ben senin nazarını ortadan kaldırdım dediğinde o insan kendine inanmaya başlıyor ve temizlendiğini düşünüyor. Eğer nazar olan kişi tedavi eden kişiye inanırsa, gerçekten kendisi içinde kendisi negatifi pozitif ile dengeliyor. Ama tedavi edene inanmıyorsa, bu dengeleme olmuyor. Siz, halkın arasında tedavi eden insanlara inanmıyorsunuz. Bundan dolayı onlar size yardım edemez. Ama sizin içinizde çok fazla negatif ve organizmayı yok eden enerji var. Neden negatif enerji? Çünkü sizin etrafınızda herkes size tek bir hisle bakabilir. Hasetlikle. Dolayısıyla bu hasetlik de size pozitif bir enerji size getirmiyor. Size nefretle de bakıyorlar. Sizin işten çıkardığınız insanların hepsi size nefretle bakıyor. Sizin yanınızda çalışan ama maaşını yükseltmediğiniz insanlar da size nefretle bakıyor. Gücünüzü hisseden insanlar size korkuyla yaklaşıyor. Görüyor musunuz, sizin etrafınızda sadece negatif enerji var. Onu dengelemek için pozitif enerji gerekiyor. Pozitif enerjiyi kim verebilir? Sizin ailenizin fertleri, akrabalar. Ama sizin iki karınız zaten sizi satmış. Çocuklarınız yok, arkadaşlarınız yok. Akrabalarla siz iletişim kurmuyorsunuz. Sizin etrafınızda pozitif enerji yaratacak kaynak yok! Pozitif enerjiyi insan yeterli miktarda kendi kendine de üretebilir. Ama bunun olabilmesi için insanın bir amacı olması lazım; bir hayali olması lazım. Ve yavaş yavaş bu hayale ulaşma sırasında kişi pozitif duygular yaratıyor. Siz çok fazla şey elde etmişsiniz. Ve sizin artık öyle bir hayaliniz yok. Hedefinizin ve bu hedefe ulaşma isteğinizin olması çok önemli. Ben, birçok iş adamının fiziksel ve psikolojik durumlarını analiz ettim. Bir insan hamurdan börek yapıp sattıktan sonra, aldığı parayı düşünüyor. Ve parayı aldıktan sonra hayal ediyor: Ben bundan sonra da devam edeceğim. Ve devam etikten sonra da para toplayacağım bu yaptığım işten. Çok büyük bir dolar milyoneri şöyle diyor: Ben işimi daha da geliştireceğim, daha da geliştireceğim ta ki onu çift misli, üç misli yapana kadar. Ama çok sık, milyoner bunu bir börekçinin arzusundan daha küçük bir duyguyla, istekle bunu yapıyor. Paradoks mu? Evet, paradoks ama olgu. Neden bir milyoner artık daha az bir istekle, tutkuyla yapıyor bunu? Çünkü onun için artık dünyada ulaşmak isteyebileceği şeylerin sayısı git gide azalıyor. Börek satan adamın, ulaşamayacağı ve ulaşmak istediği dünyanın bütün veli nimetleri onun etrafında ve gözlerinin önünde. Yani bizim uygarlığımızın birçok şeyi zengin bir adam için artık veli nimet olmaktan çıkıyor, günlük hayatın bir parçası durumuna geliyor. Eğer çok zengin olmayan bir adam, kendine bir otomobil alırsa, onun içinde yeni bir otomobil aldığı için sevgi oluyor, neşe oluyor; yani tatmin oluyor. Ama çok zengin bir adam yeni otomobile sevinir mi? Hayır, çünkü bu onun için sıradan bir şey. Paradoks mu? Evet, ama olgu. Çok zengin insanların sevinmek için çok daha az sebepleri var. Zengin olmayan insanların sevinmek için çok daha fazla sebepleri var. Evet, bir faktör daha var. Eğer sizin karşınızda bir rakip varsa ve siz onu yenerseniz bu durum size o duyguyu getirecek. Ama benim bildiğim sizin bir rakibiniz yok. Onun için sizin üzerinizde tek etkisi olan negatif enerjilerdir. Ve bu anlamda da bu negatif enerjiler çok fazla. Ah, şunu söylemeyi unuttum. Birikmiş negatif enerjiler, bir tek çok güçlü bir enerji tarafından yenilebilir. Onun adı: AŞK’ın enerjisi… Bu, eğer aşık iseniz ya da biri sizi seviyorsa… Ama ne yazık ki sizin bir kadınınız yok. Siz de artık kadınlarla ilgilenmiyorsunuz. Ve durumuz ve yaşınız da sizin bir kadınla ilgileneceğinizi göstermiyor. Şimdi benim size söylediğim şeylerle iliği çok fazla veri var. Çok zengin insanların hayatlarının uzun olması durumunu, son yüz senelik bir zaman diliminde inceledim. Her şeye sahip olan insanlar çok az yaşıyor. Zengin olmayan insanlar çok uzun yaşıyor. Bu son yüz yılın istatistiği. Gerçekten paradoks değil mi? Evet, öyle. Olgu olgudur. Başkanlar ve milyonerle sürekli medikal bir gözetim altında olmalarına rağmen, her türlü ileri teknik aleti kullanmalarına rağmen, çok iyi gıdalar yemelerine rağmen hastalanıyorlar ve ölüyorlar. Bu gerçek neyi gösteriyor? Onların etrafındaki negatif enerjinin, devasa olması o kadar etkili oluyor ki, bundan dolayı ultra modern tıp bile buna karşı etkili olamıyor. Peki, ne çıkıyor o zaman ortaya? Durum şimdi çıkmaz sokak mı? Hayır, hayır. Çıkış var. Azıcık da olsa çıkışınız var. HATIRALAR! Saygıdeğer John Heizman, lütfen. Hayatınızı adım adım hatırlayın. Öyle bir adım bulunuz ki, orada mutlu olduğunuz bir bölüm olsun. En önemlisi eğer birine siz bir şey vadettiyseniz ve bunu gerçekleştirmediyseniz lütfen vadettiğiniz şeyi yapın. Kendiniz için, bilim için! Lütfen iki, üç gün hatırlayın. Buradaki bütün aletler, iç organlarınızın çalışmasını inceliyor. Her an sabitliyor. Eğer bunu yapmaya başlarsanız aletler pozitif sonuçları gösterecek ve sizin için ortaya bir şans çıkacak. Eğer bu şans ortaya çıkarsa ben onu göreceğim. Belki siz göreceksiniz. Belki hayat onu keşfedecek.” Profesör sustu. Bir saniye sonra el jesti geldi. Profesör dışarı çıktı. John Heizman, diğer insanlar gibi geçmişini hatırlamaya başladı. Bir yere kadar profesörün anlattıklarını anladı. Hakikaten insan geçmişte yaşadığı güzel şeyleri bulmaya çalışabilir. Onun problemi neydi biliyor musun? Onun yaşadıklarına hiç ilgisi yoktu. Hatta anlam verecek bir şey bulamadı. Yani babasının dediği gibi, bir milyarderin kızıyla evlendi. Böylece servetini çift misli katladı. Fakat kadın, ona çocuk doğuramadı. On sene sonra da uyuşturucudan öldü. Ondan sonra bir modelle evlendi. Kadın, onu çok ama çok seviyormuş rolünü oynamaya çalıştı, ama sadece altı ay sonra John’un eline karısının eski sevgilisiyle seviştiğini gösteren fotoğraflar geçti. John, onunla konuşmadı bile. Şunu alın buradan, görmeyeyim daha çok dedi. Ve onu gönderdiler ve bir daha onu görmedi. Böylece Heizman hayatında bir tane bile güzel bir an bulamadı. Arıyordu, arıyordu ama pozitif duygular, hisler hiçbir yerde yoktu. Bir tane güzel bir an buldu. Babasına dedi ki: “Bu döviz fonunu tek sahibi olmasına gerek yok baba dedi. Diğer fona para veren kişiler, bu kapitali nasıl arttıracaklarını kendileri düşünsünler. Böylece bunlar da Heizman’lar için çalışacaklar.” Babası birkaç gün düşündü. Bir gün babası: “Johny, senin fonla ilgili düşündüklerin çok doğru. Sen bir dâhisin. Sen öbür tarafları da düşün. Diğer yönleri de. Senin artık başa geçmen lazım” dedi. Birkaç gün John Heizman, çok sevindi. Ama ondan sonra böyle bir sevinç hayatının şu anına kadar hiç hissetmedi. Babası öldü. Onu artık pohpohlayacak, övecek kimse kalmadı. Onun altında çalışan insanlardan bravo duyması, onu tatmin etmiyordu. Böylece John düşündü, düşündü ve çocukluğuna kadar gitti. Çocukluğunda John’un etrafında bir sürü dadı ve öğretmen vardı. Yani genelde babası onun yanına çok sık gelmiyordu. Birden bire John’un vücudundan bir dalga gibi bir sıcaklık geçti. Vücudu titredi. Heizman’ın hatıralarında çok berrak, çok net bir tablo çıktı ortaya. Bir bahçe… Bir bahçenin en uzakta bulunan bir köşesi… Akasyaların içinde iki metrelik karelik oyuncak bir ev… Hiç kimse bilmiyor nedendir ama küçük yaşta çocuklar kendilerine ev yaparlar. Kendilerine ait bir alan yaratmak isterler. Çocukların bu isteği, zengin olup olmamaya bağlı değildir. Anne babanın evinde çocuğun kendisine ait odanın olması da fark etmiyor. Her zaman çocuklarda bir zaman dilimi var ki, evlerinde bir köşeyi kendine yapmak ister. Anlaşılan insanda bir gen var ve bu gen çok ama çok eski bir bilgi taşıyor. Diyor ki: Sen kendin, tek başına sana ait alanı inşaa etmen lazım. Ve insan, çocuk bu genin peşinden giderek onu inşaa etmeye başlıyor. Yani yaptığı şeyin çok güzel olması gerekmiyor. Ama insan bunu kendi kendine yaptığı için, bu süper lüks bir daireye göre orada çok daha mutlu hissediyor kendini. Öylece, dokuz yaşındaki John Heizman, çok güzel evlerde oturmasına rağmen, kendi elleriyle yapacağı küçük, minik evi inşaa etmeye başladı. Domates filizlerinin yetiştirildiği plastik kasalar vardı. Bu plastik kasaları topladı. Onlar evi inşaa etmek için çok iyi bir malzemeydi. Onların mavi ve sarı renkleri vardı. Evin bir kısmını mavilerden, bir kısmını da sarılardan yaptı. Kasalarda birbirine girebileceği yerler olduğundan, onları üst üste monte ediyordu. Bu çok sağlam bir yapı oldu. İç tarafın dibini içe doğru verdi. Böylece içeride bir sürü raf oluştu. Çatı için tahta kullandı ve sonra naylonla kapattı. Ve tellerle bağladı. Bir hafta günde üç saate evini inşaa etti. Bu zamanda ona dışarıda gezmek için izin veriyorlardı. Yedinci gün, dışarıda gezmek için çıkar çıkmaz hemen evin yanına gitti ve akasyanın dallarını yana çekti. Ama baktı ve dona kaldı. Tam evin kapısının önünde küçük bir kız duruyordu ve meraklı bir şekilde içeride neyin olduğuna bakıyordu. Onun üstünde açık mavi bir etek ve beyaz bir bluz vardı. Ve bu bluzun püskülleri vardı. Kızın kestane rengi saçları lüle lüle omuzlarına düşüyordu. Johny, kıza baktı tanımadığı bir insanı onun yarattığı evin önünde görünce kıskançlık hissetti ve ona ü bir şekilde sordu: Sen ne yapıyorsun burada? Johny, yüzü çok güzel olan küçük kıza döndü ve kız dedi ki: Eee, seviniyorum. Johny: Neye seviniyorsun? Eee, bu muhteşem ve akıllı küçük eve. Ne, ne dedin? Muhteşem ve akıllı. Muhteşem evler olabilir ama akıllı evler dendiğini hiç duymadım. Akıllı sadece insanlar olabilir, dedi John. Evet, akıllı sadece insanlar olabilir, dedi küçük kız. Ama akıllı bir insan akıllı küçük bir ev yaparsa o ev de akıllı oluyor dedi küçük kız. “Sen ne aklı görüyorsun ki bu evde?” dedi John. Eee, iç duvar çok akıllıca yapılmış, onda çok fazla raf var. Bu raflara insan gereken çok şey koyabilir ve oyuncaklarını da… Küçük kızın düşünceleri John’un çok hoşuna gitti. Galiba kız da hoşuna gitti. Güzel bir kız ve akıllıca düşünüyor, diye içinden geçirdi John. Sonra dedi ki: Bu küçük evi ben inşaa ettim. Ve birden bire sordu: Senin adın ne? Küçük kız: “Benim adım Sally” diye cevap verdi. Ben yedi yaşındayım ve hizmetçinin evinde yaşıyorum. “Çünkü babam burada bahçıvan olarak çalışıyor. O, bitkilerle ilgili çok şey biliyor ve bana da öğretiyor. Ve ben artık, çiçeklere nasıl bakılır biliyorum, ağaçlara nasıl aşı yapılır biliyorum… Senin adın ne? Nerede yaşıyorsun?” dedi John’a. Burada, villada, adım Johny. Ahh, deme ki sen bizim patronumuzun oğlusun. Evet, dedi Johny. Hadi, Johny küçük evin içinde beraber oynayalım! “E, nasıl bir oyun oynayacağız?” diye sordu Johny. “Eee, oynayalım işte, sanki büyükler gibi onda yaşıyormuşuz gibi… Sen patron olacaksın çünkü sen patronun çocuğusun, ben ise senin hizmetçin olacağım çünkü babam burada hizmetçi olarak çalışıyor” dedi küçük kız. Ahh, olmaz dedi John. “Hizmetçiler, hizmetçiler için olan evlerde yaşıyorlar. Villada sadece çocukları olan karı koca yaşar. O zaman, karın olayım!” diye Sally’nin ağızından birdenbire çıkıverdi. Ve sordu: “Johny, şey… Ben senin karın olabilir miyim?”. Johny, hiç cevap vermedi. Evin içine girdi, baktı, sonra dışarıda duran küçük kıza döndü ve sanki öylesine bir tavırla: Tamam, dedi. O zaman benim karım olarak buraya girebilirsin. Sen evin içini nasıl düzenleyeceksin diye düşünmelisin. Sally, evin içine girdi, çok nazik ve sevinçli bir şekilde Johny’ ye baktı ve çok kısık bir sesle: “Ben, senin iyi bir karın olamaya çalışacağım” dedi. John, küçük eve her zaman gelemiyordu. Dışarıya yürüyüşe çıktığında, her zaman bahçeye gitmesine izin vermiyorlardı. O, ya Disneyland’e gidiyor ya da atlarla geziyordu. Bundan dolayı, o eve pek nadir gidebiliyordu. Ama evine gittiğinde, orada her zaman Sally onu bekliyor oluyordu. Her eve geldiğinde Johny, ilgiyle içeride olan değişiklikleri izliyordu. İlk önce yere bir halı geldi. Sally getirmişti onu. Sonra küçük perdeler koydu pencerelere. Sonra küçük yuvarlak çocuk masası. Ve o masanın üzerinde küçük bir çerçeve vardı. O zaman Sally dedi ki: Sen bizim eve git gide daha nadir geliyorsun. Bekliyorum, bekliyorum ama sen yoksun, bana bir resmini ver. Ben resmini bu çerçevenin içine koyacağım. Seni beklerken, daha neşeli olmam için senin resmine bakacağım. Johny ona bir tane resim verdi. Bir gün Johny evle ve Sally’le de vedalaşmaya geldi. O, o gün Sally’e resmi getirdi. Johny, anne ve babasıyla başka bir villaya geçiyordu.

John Heizman; multi milyarder, dairesindeki yatakta yatıyordu ve gülümsüyordu. Küçük kız Sally’le yaşadıklarını en küçük ayrıntılarına kadar hatırlıyordu. Bugün anladı ki, o kız onu seviyormuş. O onu ilk aşkla, çocukça, umutsuzca ve karşılıksız samimi olan aşkıyla seviyordu. Belki o da küçük kızı seviyordu. Ya da, belki sadece onu beğeniyordu. Ama küçük kız gerçekten onu sevmişti. Hayatı boyunca hiç kimsenin onu sevmediği gibi. Bundan dolayı, bunu anladığında vücudunu, Sally’le kurduğu iletişim çok hoş ve sıcak hislerle doldurdu. Çok güzel hissetti ve vücudundaki sıcaklık çok hoşuna gitti. Gittikten sonra John, Sally’le bir defa daha karşılaştı. On bir sene sonra. Ama bu karşılaşma birden bire vücudundan volkan gibi yeni hislerin ortaya çıkmasına neden oldu. Hatta John Heizman yataktan hafifçe kalktı. Kalbi gümbür gümbür atmaya başladı, kanı damarlardan pompaladı. Ahh, bu karşılaşma ve unutmuştu. Hatta ondan sonra hayatında hiç hatırlamadı. Ama şimdi, bu karşılaşma bütün vücudunu sardı ve onu inanılmaz derecede heyecanlandırdı. Bir gün, o eski yere küçük evi yaptığı çiftliğe döndü. On bir sene sonra sadece bir gece için. Daha fazlası için vakti yoktu. Öğlen yemeğini yedi ve çıktı bahçeye. Ayakları kendiliğinden akasyaların içinde olan küçük evin yanına götürdü onu. Açtı dalları, adım attı ve dona kaldı! Onun küçük evi orada duruyordu ama küçük evin etrafında çiçekler vardı, küçük bir yol ve onun üzerinde kum vardı. Hemen girişin yanında oturmak için küçük bir oturak vardı. Ve bütün, bütün evin etrafında çiçekler vardı. Daha önce oturacak yer yoktu. Şimdi var. Diye düşündü büyümüş Johny. Çekti perdeyi, içeriye girdi ve çok yakında burada birisinin olduğunu hemen hissetti. Küçük masanın üzerinde eskiden olduğu gibi onun resmi vardı. Raflarda Sally’nin çocukluk oyuncakları dizilmişti. Bir kabın içinde taze meyveler vardı. Yerde şişme döşek ve üzerinde de bir örtü vardı. John, yirmi dakika orada kaldı ve orada olduğu sürece eskiden yaşadığı hisleri yeniden hissetti. “Ben, neden bu kadar heyecanlanıyorum?” diye düşündü. Ailemin bir yığın çok lüks villaları var. Hatta şatoları var. Ama ne şatolar ne villalar onun şimdiye deyin bu kadar mutlu olmasına sebep olmuştu. Burada, bu küçücük plastik evde kendisini inanılmaz mutlu hissediyordu. Çıktığı anda evden, Sally’i gördü. Sally duruyordu, susuyordu ve hatta John’un hatırladıklarını kesmek istemiyordu. John ona baktı, Sally’nin yüzü kıp kırmızı oldu. Sally, gözlerini aşağı kaçırdı, çok yumuşak kadife bir ses tonuyla: “Merhaba Johny”, dedi. O, ona hemen cevap veremedi. Duruyordu ve onun vücudunu seyrediyordu. Çok ince bir elbise vardı üzerinde. Elbise rüzgârdan sallanıyordu. O elbisenin altında, geç bir kızın güzel bir vücudu vardı. “Merhaba Sally”, dedi Johny. Sen hala buradaki düzeni mi sağlıyorsun? “Evet, sana söz vermiştim ya, bak orada meyveler var. Yıkanmıştır. Onlardan yiyebilirsin, senin için.” “Ne, benim için mi?”, dedi Johny. E, hadi o zaman gidip beraber yiyelim. Sally önden geçti, John peşinden geldi. Sally girdi içeriye ve meyveleri alarak masanın üzerine koydu. Evin içinde sandalye yoktu ve John halının üzerine oturdu. Elini uzattı bir salkım üzüm almak için ve istemeden Sally’nin omuzuna dokundu. Sally döndü ve John’la göz göze geldiler ve birden bire derin bir nefes aldı. Birden bire Sally’nin nefes alıp vermesinden dolayı, göğüslerinde olan bir düğme açıldı. John, ona sarıldı. Sally karşı koymadı. Tam tersi bütün vücudunla ona yapıştı. Hayır demedi ve John onu yavaş ve dikkatlice halının üzerine yatırdı ve çok dikkatli bir şekilde dudaklarını ve göğüslerini öptü. Ve Sally kızdı. Böyle bir şey hiç başına gelmemişti. Daha sonra da gelmedi. Ve şimdi kırk beş sene sonra John Heizman birden bire anladı ki, bu onun hayatında bir kadınla yaşadığı en çılgın ve en sarsıcı yakınlıktı. Daha doğrusu bir genç kızı o kadın yapmıştı. Sonra onlar uyudu, uyandı ve bir şeyler konuştu ama niçin, John Heizman beynini zorladı hatırlamak istiyordu konuştuklarını ve hatırladı. Sally, hayatın ne kadar güzel olduğunu ifade ediyordu. Babasının para topladığını anlattı ve eğer yeterli parayı toplayabilirse küçük bir ev inşaa edeceğini, Sally’nin kendisinin peyzaj işlerini yapacağını, bahçeyi kendisinin oluşturacağını, orada çok fazla bitki ekeceğini ve orada çocuklarına eğitim vererek çok mutlu yaşayacağını anlattı. O anda John, Sally’e yardım etmeye karar vermişti. Bak sen, diye düşündü. Minik parça bir toprak ve küçük bir ev bu kızın mutlu olması için tamamen yeterliydi. Ne kadar küçük bir ayrıntı. Ya unutmayayım, ona mutlaka bu küçük toprak ve ev için yardım edeyim, diye içinden geçirdi fakat hemen unuttu. Sally’nin kendisini de tamamen unuttu. Hayat onu sürükledi gitti. Yeni bir yat, kendine ait bir uçak… İlk başta bu onun çok hoşuna gidiyordu. Ama hevesi çok çabuk geçiyordu. Daha sonra sadece finansal kombinasyonlar onun ilgisini çekiyordu ve babasının mal varlığını milyarlarca daha da fazla yaptı. Bu oyun yaklaşık yirmi sene devam etti. Bu oyun geriye kalan her şeyi yok etti. İlk önce evlendi, olmadı. Sonra ikinciye evlendi. Evlendiği kadınlar onun hayatında hiçbir iz bırakmadı. Kırk yaşından sonra para ile olan oyunlar artık ona keyif vermiyordu. Sık sık depresyonlar başladı. Ve en sonunda bu en derin depresif krize girdi. Ama tam şu an, Heizman depresyonda değildi. Sally ile ilgili hatıralar onu sanki yeniden canlandırdı. Ve o kendine kızdı. “Nasıl oldu böyle? Kendi kendime söz vermiştim Sally’e yardım edeceğim diye. Beni seven kıza. Ona ait parsel ve ev alacaktık ve unuttum”. John Heizman verdiği sözleri tutmayı seviyordu. Özellikle de kendi kendine verdiği sözleri. Ve sonra anladı. Şu an kendine olan kızgınlığı geçmeyecekti eğer sözünü yerine getirmezse. Heizman elini uzattı, düğmeye bastı ve sekreter geldi. Yatağında oturan John Heizman, zor da olsa yarım yıl sonra ağızını açtı ve konuştu: “Elli yıl önce bir villada yaşıyordum. Tam adresi bilmiyorum. Arşivimde var. Orada bir bahçıvan vardı. Adını hatırlamıyorum. Arşive var. Muhasebe evraklarına bakın. Onun kızı vardı. Adı Sally idi. Hemen araştırılsın ve anlaşılsın. Şu an nerede yaşıyor Sally? Yarın sabah bütün bu bilgiye ihtiyacım var. Eğer daha erken bulursanız, gecenin yarısı bile olsa bu bilgiyi mutlaka bana ulaştırın. Budur!” Sekreter sabah çok erken bir saate telefon açtı. John Heizman’ın yanına girdiğinde, pencerenin yanında tekerlekli bir sandalyede oturuyordu. Lacivert bir takım elbise giymiş, tıraş olmuş ve saçları da taralıydı. “Efendim. Bahçıvan kırk sene önce işten çıkartılmış ve ondan sonra ölmüş. Ölmeden önce Texas’da bir çiftlik için on dönümlük iki toprak almış. Küçük bir ev yapmaya başlamış fakat inşaat sırasında kendini çok yormuş ve ölmüş. Sally evi bitirmiş ve orada yaşıyor. İşte size evin tam adresi. Başka bir bilgi şu an bulamadık. Ama eğer emrederseniz bütün bilgiyi toplarız.” John Heizman, sekreterin elinde olan küçük kâğıdı aldı, dikkatlice okudu sonra iç cebine koydu ve dedi: “Otuz dakika sonra helikopter uçuşa hazır olsun! O villadan on kilometre uzaklıkta iniş yapsın. Helikopterin indiği yerde beni bir araba beklesin. Gösteriş istemiyorum sadece bir pilot ve bir şoför.” John, yavaş yürüyordu çünkü ayağına basamıyordu. Sekiyordu. Öğleden sonra saat üçte dar bir yoldan yeşillik içinde olan bir villaya yaklaştı. İlk önce, Sally’i arkadan gördü. Artık yaşı ilerde olan kadın, küçük bir merdivene binmiş pencereleri yıkıyordu. John Heizman durdu ve kadına bakmaya başladı. Kadın onun bakışını hissetti ve döndü. Belli bir süre ona baktı, baktı ve birden bire ona doğru koşmaya başladı. O kadar hafif koşuyordu ki, koşarken hiç de ihtiyar görünmüyordu. Bir metre ondan uzakta durdu ve sessiz bir şekilde, çok heyecanlı bir sesle tonuyla: “Merhaba, Johny” dedi. Ellerini kaldırdı ve yüzünü tuttu, yüzünde çıkan kırmızılığı kapattı. “Merhaba Sally” dedi John Heizman ve sustu. Ve John kendisine konuşmaya devam etti: “Ne kadar güzelsin Sally, ne kadar güzel gözlerin var. Ve gözlerinin etrafındaki küçücük kırışıklıklar ne kadar güzel. Sen hep öyle muhteşem ve iyi kalplisin.” Yüksek sesle ise de deki ki: “Sadece buradan geçiyordum Sally. Bana dediler ki burada oturuyormuşsun da bir göreyim seni dedim. Eğer gece kalabilirsem, seni rahatsız etmezsem; gece kalabilir miyim senin yanında?” “Seni gördüğüme çok sevindim Johny, tabi ki benim yanımda kalacaksın. Şu an ben yalnızım. Torunlarım yarın gelecek. Bir hafta burada kalacaklar. Kız torunum dokuz yaşında, erkek torunum da on iki yaşında. Hadi Johny, eve gidelim ben sana çok güzel bitkisel bir çay yapacağım. Ben sana ne lazım biliyorum. Gel.” “Sen demek ki Sally, evlenmişsin ve çocukların olmuş” dedi John. “Ben şimdi de evliyim Johny. Ama bizim sadece bir erkek çocuğumuz oldu. Ama torunlar iki” diye çok neşeli bir şekilde söyledi Sally. “Eğer istiyorsan dışarıda verandanın altına olan sandalyeye otur ben sana oraya getireceğim bitkisel çayını” dedi Sally. John, verandaya oturdu, Sally bitkisel çayı getirdi ve John ona sordu: “Sally bana nasıl bir bitkisel çay gerektiğini tam olarak nasıl bilebildin?” dedi. “Babam, senin baban için bitkiler topluyordu. Onları kurutuyordu ve sonra onlardan çay yapıyordu. O çaylar da senin babana yardım ediyordu. Ben de tedavi edici bitkiler toplamayı öğrendim. Babamın dediğine göre Johny, aynı hastalık genetik olarak sende de varmış.” “Peki, ama ne zaman geleceğimi nasıl bilebildin ki?” “Ooo, bilmiyordum Johny, yani her ihtimale karşı öğlesine topluyordum. Ahh, senin hayatın Johny, nasıl bir hayat? Ne ile uğraşıyorsun?” dedi Sally. “Eee, farklı şeylerle. Ne ile uğraşmadım ki. Ama şimdi hatırlamak istemiyorum. Senin yanında burada çok güzel Sally. Çok çok güzel… Çok çiçekler, bahçe…” “Evet, ben de seviyorum ama maalesef baksana şu yan tarafta çöp öğüten bir fabrika yapıyorlar. Ve öbür taraftan da başka bir fabrika yapıyorlar. Bize buradan gitmemizi öneriyorlar. Ama sen yorgunsun Johny, uzaktan geldiğin belli. Görüyorum çok yorgunsun, hadi gel sana yatak yapayım. Önce bitkisel çayını iç, sonra da gel yatağını yapayım, yat dinlen.” John Heizman çok zor soyunuyordu. O gerçekten çok yorgundu. Altı aydan beri yattığından dolayı kasları zayıflamıştı. Bu kaslar onu, zar zor ayakta tutuyordu. Bir battaniye attı üzerine ve hemen uyudu. Son zamanlar, uyku ilacı almadan hiçbir şekilde uyuyamıyordu. Ama burada, sabahı göremedi John Heizman, çünkü öğlene kadar uyudu. Duş aldı ve verandaya çıktı. Sally, öğle yemeği hazırlıyordu. Ona bir erkek ile bir kız çocuğu yardım ediyordu. “İyi günler Johny, bakıyorum iyi uyumuşsun. Ne kadar genç görünüyorsun. İşte, benim torunlarımla tanış. Bu Emmy, bu da George.” “Ben de John Heizman. İyi günler. Günaydın”. “İşte artık tanıştınız. Biz Emmy ile yemek yapıyoruz. Siz erkeler bahçede gezin, bir az acıkmanız gerekiyor” dedi Sally. George, John Heizman’a doğru döndü ve dedi ki: “Ben size bahçeyi gösterebilirim, buyurun.” Yaşlı adam ve çocuk bahçeye yürümeye başladılar. Erkek çocuk ona bir sürü bitki gösteriyordu ve hangi bitkinin ne işe yaradığını sürekli anlatıyordu. John Heizman kafasında bir şey düşünüyordu. “İşte burada bu akasyaların arkasında benim dairem var. Babaannem onu inşaa etti. Heizman bir dalı çekti ve gördü. Akasyanın arkasında küçük bir boş alandaki küçük evini gördü. Aynı plastik sandıklardan yapılmış küçük evini gördü. Sadece çatı ve girişteki perde farklı yapılmıştı. Heizman perdeyi çekti ve eğildi ve girdi. Evi içi tamamen aynıydı. Sadece masanın üzerinde lamine edilmiş resim vardı. Resimde Sally’nin torunu gördü ve düşündü. Tam böyle; yeni sahip, yeni resim… Resmi aldı ve susmasın diye: “Sen, George bu resimde çok iyi görünüyorsun” dedi John Heizman. “John Amca, bu benim resmim değil ki… Bu babaannemin bir zamanlar birlikte olduğu çocuğun resmi. Sadece o bana çok çok tesadüfen benziyor. John Heizman bastonunun üzerine basarak bahçenin içinden çok hızlı bir şekilde yürüyordu. En sonunda Sally’nin yanına gitti. Sally’e baktı, nefesi tıkanmıştı bir azıcık kendini garip hissediyordu ve Sally’e hemen sordu: “O nerede şimdi, senin kocan nerede söyle bana?” “Lütfen John, sakinleş. Lütfen bu kadar güçlü bir şekilde heyecanlanmaman lazım. Otur lütfen.” sessizce dedi Sally. “Ya, John öyle oldu çocukluğumda daha, çok küçük bir çocuğa onun karısı olacağım diye söz verdim.” dedi Sally. “Ama bu bir oyundu!” diye bağırdı ve koltuktan kalktı John Heizman. “Bu bir çocuk oyunudur” diye ekledi. “Peki, öyle olsa bile benim bu oyunu oynamaya devam ettiğimi düşünebiliriz ve ben seni benim kocam olarak tesadüfen de ola görmüyorum. Ve sessizce dedi: “Sen benim kocamsın ve benim sevgilimsin.” “George, benim çocukluğumdaki halime çok benziyor. Demek ki, sen o geceden sonra doğurdun Sally. Söyle bana, doğurdun mu?” dedi John Heizman. “Evet, bizim oğlumuzu doğurdum John. O bana benziyor ama senin genlerin çok güçlü. Bundan dolayı, bizim torun senin kopyan.” John Heizman, bir Sally’e bakıyor bir erkek çocukla kız çocuğuna bakıyordu. Onlar artık masayı hazırlıyordu ve ondan sonra bir tek kelime söyleyemedi. Düşünceleri ve hisleri girdap gibi dönmeye başladı. Ve sonra birden bire kendisi bile bilmeden çok katı bir sesle: “Şimdi hemen gitmem lazım. Hoşça kal Sally” dedi John Heizman. İki adım attı, sonra döndü ve sessizce duran Sally’nin yanına yaklaştı ve birden bire Sally’nin önünde dizlerinin üzerine çöktü, onun elini aldı ve çok yavaşça öptü. “Sally, benim çok önemli ve çok acil işlerim var. Hemen gitmem lazım.” Sally, elini onun başına koydu, hafifçe saçlarını karıştırdı. “Evet, tabi ki git. Madem o kadar önemli işlerin ve problemlerin var ama eğer bir gün kendini çok kötü hissedersen gel buraya. Şimdi bizim oğlumuzun Lotus adında küçük bir şirketi var. O, peyzaj işleriyle uğraşıyor. O özel bir okul bitirmedi. Ben ona öğrettim ve o şimdi çok yetenekli projeler yapıyor. Çok fazla sipariş alıyor, Her ay yanıma geliyor, bana para veriyor. Belki para problemlerin vardır. Sağlığın çok yerinde değil galiba. Sen gel John. Ben seni nasıl tedavi edeceğimi biliyorum ve paralar da bize yeter.” “Teşekkür ederim Sally. Teşekkür. Geç kalmamam lazım. Gitmek zorundayım.” John Heizman, bahçeden çıkışa doğru yürüyordu ve planını düşünüyordu. Sally, uzaklaşan John’a bakıyordu ve diyordu ki: “Geri gel sevgilim. Dön yanımıza.” O, bu cümleyi bir saat boyunca kendi içinde tekrarladı. Torunlarını unuttu ve yarım saat boyunca küçük bir helikopterin evin üzerinde döndüğünü fark etmedi. John Heizman’ın helikopteri ofisinin bulunduğu çatıya henüz inmemişti, buna rağmen bütün sekreter ve yardımcılar salonda onu bekliyorlardı. Onlar çoktandır salonda toplanmayı unutmuşlardı. Şimdi onlar John Heizman’ı beklerken bir az korkmuştu. John Heizman girdi, herkes kalktı ve oturacak yere gelmeden önce konuşmaya başladı. “Oturun! Hiçbir bilgi duymak istemiyorum. Çok dikkatlice dinleyin. Hiçbir şeyi tekrar etmeyeceğim. Zaman yok. Texas’ta bir tane villa var. İşte adresi. Villanın yüz mil çevresindeki bütün toprakların satın alınması gerekiyor. Toprakların üzerinde ne varsa bütün fabrikalar dahil gerekirse üç misli fiyata satın alınacaktır. Kim bu konu ile ilgili ise hemen buradan çıksın ve hemen bu işe koyulsun. Gerekirse bütün acentaları çalıştırın. Bu işin en geç bir haftaya kadar bitmesi lazım.” Yardımcılardan bir tanesi kalktı ve çok hızlı bir şekilde salonu terk etti. John Heizman devam etti: “Bütün binalar ve fabrikalar bir ay içerisinde yıkılsın. Bir ay süre veriyorum. Oraya yüzlerce inşaat firmasının getirilmesi gerekse bile bu yapılsın. Bir ay sonra onların yerine buralarda ot olacak.” Salonda kalan son yardımcıya John Heizman: “Texas’ta küçük bir firma var. Onun adı Lotus. Hemen beş senelik bir sözleşme yapın onunla. Texas’taki o villanın etrafındaki toprakların üzerinde küçük bir eko kasabanın projesini ona verin. Firmanın isteyeceği para iki misline katlanarak ödensin. Budur!”

İki hafta sonra John Heizman bin beş yüz kişinin önüne çıkıp, konuşma yaptı. Salonda ajansların topladığı peyzaj, botanik, ziraat ve tarım uzmanları oturuyordu. Herkes iş almak istiyordu. Ayrıca ilanda çok büyük bir miktar para gösterilmişti: İki misli… John Heizman kürsüye çıktı ve hayat boyu alıştığı katı bir ses tonuyla konuşmaya başladı: “Size verilen sözleşmeye göre hepinize ücretsiz ve hayat boyu yirmi dönümlük bir arazi verilecektir. Birkaç villa projesi size sunulacaktır. Biz bu villaların yapılmasını üstleniyoruz. Herkesin alacağı arazinin üzerine bu villalardan seçeceği bir villa yapılacaktır. Beş sene boyunca bizim şirket sözleşmede olan paraları ailenin her ferdi için ödeyecektir. Sizin yapmanız gereken iş, hayat boyu kullanacağınız bu toprakların üzerinde bahçeler yaratmaktır. Çiçekler, suni göletler ve çok güzel bahçeler… Her şey çok güzel ve iyi yapılmış olması lazım. Bizim şirket size her tür küçük ağacı sağlayacaktır. Hepsi bu! Eğer soru yoksa isteyenler sözleşmeyi imzalayabilir.” Yalnız, bin beş yüz kişilik olan salonda mezarlıklarda duyabileceğiniz bir sessizlik oluşmuştu. Hiç kimse yerinden kalkıp, sözleşmeyi imzalamadı. Bir dakika sonra, çok yaşlı bir adam kalktı ve sordu: “Söyleyin bayım, acaba bize önerdiğiniz bu arazilerde acaba oraya atılmış ölümcül zehirler olmasın?” “Hayır” dedi John Heizman’ın yardımcılarından bir tanesi. Tam tersine burada çok temiz ekolojik bir ortam var. Burada topraklar çok verimlidir. O zaman bize dürüstçe söyleyin, bizlerle nasıl bir deney yapmak istiyorsunuz?” Yerinden zıplayarak: “Hepimizin çocukları var ve ben çocuğumu bilmediğim bir deneyin içine sokmak istemiyorum” dedi bir kadın. Salonda birden bire sesler çıkmaya başladı. İnsanlar bağırmaya başladı: “Sizler maceracı insanlarsınız. Bu insanca değil. Bu canavarca bir şey. İnsanlar yerlerinden kalkıp teker teker salonu terk etmeye başladı. John Heizman’ın yardımcıları sorulan sorulara cevap vermeye, onlara anlatmaya çalışıyorlardı. Ama nafile. Heizman, insanların salondan çıktığını sessiz ve çaresizce izliyordu ve anlıyordu. Onun bütün ümidi bitti. Hatta daha fazlası bile. Sally’e, oğluna ve torunlarına o kadar güzel bir şey yapmak istedi ki. Sally’nin evinin etrafında fabrikaların tüten bacalarının olmasını istemiyordu. Orada otların, bahçelerin olmasını istiyordu. Ama bir arazinin, toprağın güzel olması için iyi insanların, seven insanların orada yaşaması gerekiyor. Ama bu insanlar şimdi onu anlayamadan gidiyorlar. İyi de nasıl anlasınlar, nasıl inansınlar ki. Dur! Birden bire Heizman’ın aklına bir fikir geldi. E tabi, onlar hiçbir şey bilmiyor ki. Onun için inanmıyorlar. Ama eğer o, onlara gerçeği söylerse… John Heizman kalktı ve sessizce, kendisine güvenmeyen bir sesle: “ İnsanlar, ben sizi anladım. Bizim şirketin motivasyonu ve böyle bir şey yapması için sebeplerini size açıklamamız gerekiyor ama bu açıklanamaz. Hiçbir şekilde açıklanamaz, çünkü bu… Çünkü ben… anlıyor musunuz, bu motivasyon… Bütün sözleşmeler ve ben bunlar çok şahsi bir şey. Ya da nasıl desem ki…” dedi. Heizman şaşırdı ve nasıl devam edeceğini bilemedi. Ama insanlar birden bire durdular. Ayakta duruyorlardı, çıkmaya hazır bir şekilde çıkışlarda duruyorlardı ve hepsi susarak ona bakıyordu. O ise nasıl devam edeceğini bilemedi. Yine de sonunda konuşmaya başladı: “Küçüklüğümde, çocukluğumda, gençliğimde bir kızı sevdim ama o zaman onu sevdiğimi bilmiyordum. Başka kadınlarla evlendim. Ticaret ile uğraştım. Biz bu kızla elli sene hiç görüşmedik. Ben onu hatırlayamıyordum. Ama çok yakın bir zamanda onu hatırladım. Anladım ki dünyada beni gerçekten seven ve sevmiş olan tek insan bu kız. Bugüne dek sevmiş. Ama ben bunu bilmiyordum. Hatta ben onu unutmuştum. Ve ben şunu da anladım ki sadece on sevebilirim. İşte şimdi bu kuzla karşılaştım. Tabi ki o şimdi ileri yaşta ama benim için o eskisi gibi aynı kadın. O, bahçesini çok seviyor. Her şeyi çok güzel yapıyor. Ve birden bire istedim ki onun etrafında sadece güzellik, iyi komşular, iyi insanlar olsun. Onun etrafında kalbi temiz, güzel ve mutlu komşular olsun istedim. Ama bu nasıl olsun ki? Ben senelerce ticaretle uğraştım ve bir az para biriktirdim. Onun için evinin etrafındaki toprakları satın aldım. İşte bu sözleşmeleri işte bu sevdiğim kadın için ürettim. Belki de kendim için yaptım, kim bilir.” Bu kelimeleri kendi kendine soruyormuş gibi konuşuyordu John Heizman. Sanki artık onun önünde insanlar yoktu ve kendi kendine konuşuyordu. “Sanki bir şey için yaşıyoruz, ne için? Bir şey istiyoruz, bir şeye doğru gidiyoruz; neye doğru? Ben yakında öleceğim ve benden sonra ne kalacak? Benden sonra solucanlar… Ama şimdi, ölmeyeceğim. Bu projemi gerçekleştirmeden ölmeyeceğim. Sevdiğim kadın için denden sonra ebediyen kalacak bir bahçe bırakacağım. Bahçeler bırakacağım. İlk önce büyük bir firma tutup, etrafa bahçeler yaptırmayı düşündüm. Sonra işçiler tutacaktım, onlar bitkilere bakacaktı. Ama sonra anladım, eğer insan kendi elleriyle güzel bir şey yaratmazsa, o güzellik tam güzellik gibi olmuyor. Ondan dolayı böyle yapmaya karar verdim. Ve şimdi size bu arazileri ve evleri hediye ediyorum. Onun karşılığında sadece ve sadece benim sevdiğim kadının etrafında güzellikler olması için size yalvarıyorum. Siz bu sözleşmelere inanmadınız. Siz bu şirketin nasıl bir amacı olduğunu anlamadınız. İşte artık biliyorsunuz.” John Heizman sustu. İnsanlar da susuyordu. İlk önce masaların yanına “O benim çocuğum var” diye bağıran kadın gitti. Hemen sözleşmeyi okumadan imzaladı. Sonra salondaki insanlara doğru döndü ve bağırarak: “Ben imzaladım, ilk imzaladım. Ve bununla tarihe geçeceğim çünkü ilk ben imzaladım” dedi. Başka bir kadın: “Düşünebiliyor musunuz hiçbir erkek, sadece dünyanın en zengini dünyanın hiçbir yerinde sevgilisine böyle bir hediye yapmamıştır. Bu erkek dışında. Ve bundan daha büyük bir hediye dünyada hiç mümkün müdür acaba? Buna benzer bir şey insan rüyasında bile göremez. Bütün insanlık tarihinde böyle bir şey hiç yapıldı mı ki?” diye bağırdı. “Sizi seviyoruz!” diye başka bir kadın bağırdı. Diğer bir kadın: “Sevgilinizin yanında bir arazi istiyorum. Onun adı ne?” diye bağırdı. Onun adı dedi John Heizman ve devam etti: “Belki onun bunu bilmemesi lazım. Yani kaderden bir hediye oluğunu düşünsün.” İnsanlar kuyruğa girdi, beklemeye ve sözleşmelere imza atmaya başladı. İnsanlar, “komşu, komşu” diye birbiriyle konuşuyor ve şakalaşıyordu. Çoğu kadın sahnede olan insana parlayan aşık gözlerle bakıyordu. John Heizman hayatında ilk defa iyiliğin enerjisini üzerinde hissetti. Aşkın enerjisini üzerinde hissetti. Ve insanların gerçekten hayranlığını hissetti. Birçok insanın kalbinden çıkan güzel enerjiyi hissetti. Bu enerji tedavi ediyor ve her tür hastalığı ve mutsuzluğu yeniyordu. Heizman, sahneden inerken artık topallamıyordu. Birkaç ay o şahsen arazilerde olan binaların yıkılmasıyla ilgileniyordu. Sally’nin etrafındaki bütün ev, arazi ve inşaatlarla ilgileniyordu. Bir sene sonra o yeniden Sally’nin evine gitti. Etrafta gözler nereye kadar görüyorsa insanlar artık küçük fidanlar ekiyorlardı. Sally, onun gelmesini hissetti ve ona doğru koşuyordu artık. “John, ne kadar güzel artık, geldin, ne kadar güzel bir şey, merhaba Johny…” Ona karşı küçük bir kız gibi koştu. “Biliyor musun John, etrafta nasıl bir mucize oluyor, o kadar mutluyum ki, hiçbir zaman bu kadar mutlu olmamıştım. Sebebi ise artık bizim yanımızda tüten bacaların olmaması… Sadece iyi komşular olacak. Baksana, nasıl bir hayat var etrafımızda. Hayat kaynıyor. Eğer senin işlerinde bir şey iyi gitmiyorsa, lütfen John, moralini bozma, her şeyi bırak ve buraya gel. Şimdi biz artık zenginiz, bizim oğlan çok büyük bir sözleşme imzaladı. Astronomik paralar ona teklif ettiler. Şimdi bütün projeyi ona verdiler. Şimdi biz biraz daha toprak aldık. Orada oğlumuz kendisine yeni bir ev yapacak. Sen ise eğer istiyorsan burada birlikte yaşayabiliriz” diye devam etti Sally. “Nasıl istemem ki, teşekkür ederim Sally davetin için” dedi John. “Neden yaşayacakmışsınız ki eski evde!” diye John’un arkasından bir ses geldi. O döndü ve oğlunu gördü. Onun olduğunu hemen anladı. “Genç adam” dedi. “Benim babam olduğunuzu mu anlamam gerekiyor? George bana fotoğraftaki adamı karıştırdığınızı anlattığında kimin geldiğini hemen anladım. Annem de hislerini gizlemeyi hiçbir zaman öğrenemedi ki. Ben tabi ki, annem gibi şimdilik aynı hisleri hissedemem. Ama benim mutlu annem, babam için yeni bir ev inşaası finanse etmeye hazırım.” “Teşekkür ederim, oğlum” dedi John. O, oğluna yaklaşmak ve sarılmak istedi ama neden yapamadığını anlamadı. Genç adam ona yaklaşarak elini uzattı ve dedi ki: “Adım, John”. “Evet, çok iyi, en sonunda tanıştınız. Yakından tanıyınca mutlaka birbirinizi beğeneceksiniz. Hadi şimdi çay içelim” dedi Sally. Sally, durmaksızın yeniden konuşmaya başladı. Konuşuyordu, konuşuyordu ve diyordu ki: “John, hayal edebiliyor musun? Sadece şunu hayal etmeye çalış! Öyle bir hikâye anlatıyorlar ki, dünyadaki en güzel hikâyeye benziyor. Bu hikâye gerçek oluyor. Hayal et John, insanlar diyor ki buradaki bütün toprakları sadece tek bir kişi satın almış. Bu adam en büyük tasarımcıları, ziraatçıları ve bahçıvanları toplamış. Hepsine yaşadıkları sürece parasız yirmi dönüm yer hediye etmiş. Onlara: “Topraklarınızı çok güzel yapın” demiş. Bütün fidanları onlara parasız vermiş ve beş sene daha onlara fidanları parasız verecekmiş. Bunun üzerine, kendi topraklarına çok güzel şeyler yapsınlar diye bir de onlara para ödeyecekmiş. O, bu adam bütün parasını bu projeye yatırmış.” “Eh, belki bütün parasını değil” diye karşılık verdi John. “Hayır, insanlar bütün parasını diyor ve biliyor musun neden yapmış bütün bunu.” “Neden” demiş John. “Bütün güzellik de burada ya. O, onu yapmış çünkü bütün bu güzelliğin içinde onun sevdiği kadın otursun diye. Diyorlar ki, o da peyzaj ile uğraşıyormuş. Burada bir yerde de onun villası, evi var. Ama hiç kimse tam olarak nerede olduğunu bilmiyor. Hayal edebiliyor musun Johny! İnsanlar kim olduğunu öğrense, ne olacak?” “Ne, ne? dedi John. “Ne olacak mı? “Bütün insanlar ona dokunmak, görmek isteyecek. Bütün insanlar bir tanrıça gibi ona dokunmak isteyecek.” “Mesela, o kadın belki dıştan belki içten çok sıra dışı bir kadın olmalıdır. Herkes böyle bir kadın yok dünyada, diyor. Nasıl bir kadın ki böyle bir erkeğe böyle bir şey yapması için ilham verdi! Herkes bu kadını görmek isteyecek ve herkes bu kadına dokunmak isteyecek. Bu kadar inanılmaz bir erkek ve onun sıra dışı karısı.” “Belki de insanlar böyle bir şey yapmak isterler” dedi John ve ekledi: “Peki, biz seninle ne yapacağız Sally?” “Neden biz?” dedi Sally. “Bu sıra dışı kadın etraftaki her şeyin onun için yapıldığı kadın, sensin. Bundan dolayı biz. Sally John’a baktı, duyduğu şeyi kavramaya çalıştı. Kafasında sanki bir şimşek çaktı ve elindeki bardağı düşürdü ama hiç kimse kırılan bardaktan çıkan sesi duymadı. John, düşen bir sandalyeden çıkan yüksek bir sesi duydu ve döndü. Onun oğlu John, oturduğu sandalyeden atlamıştı ve büyük bir heyecanla: “Baba, baba… Sana sarılabilir miyim!” dedi. İlk önce John Heizman oğluna sarıldı ve onun kalbinin nasıl attığını hissetti. Babasına sarılan John: “Baba, dünyada kelimesiz böyle bir aşk ilanı hiç duymamıştım. Ben seninle gurur duyuyorum, seninle iftihar ediyorum baba” dedi. Baba ve oğul Sally’e döndükleri zaman Sally hala olan biteni kavramaya çalışıyordu. Ama birden bire yüzü kırmızı oldu ve sanki bütün kırışıklıklar yok oldu. Gözlerinden gözyaşları akmaya başladı. Sally, gözyaşlarından utandı ve çabuk bir şekilde baba John’un yanına gitti ve onun elinden tuttu. Sonra Sally ve John el ele ilk önce bahçeden yürüdüler, sonra çılgınca bir şekilde akasyaların arkasında çocukluktan saklı kalan o küçük eve koşmaya başladılar. Ve o şekilde koşarken çok genç görünüyorlardı.

On sene sonra gençleşmiş John Heizman kulüp kahvesinde başka erkeklerle beraber oturuyordu ve gülüyordu. “Hayır dedim ya. Başkan olmak için aday olmayacağım. Lütfen beni de ikna etmeye çalışmayın. Hayır, hayır yaştan dolayı değil! Yaşla bir alakası yok. İnsan, ülkeyi başkan olmasa da yönetebilir. İnsan, ülkesini oturduğu bahçesinden de yönetebilir. İşte siz hepiniz kendiniz örnek oldunuz. Bugün bütün Amerika büyük bir bahçeye dönüşüyor ve siz gösterdiniz gerçekte bu nasıl hayat bulabilir. Eğer böyle bu devam ederse, bir gün hatta Ruslara bile yetişebiliriz.” “Yetişiriz tabi… Nasıl yetişmeyiz” dedi kulüp kahvesinin içine giren Sally. “Ama şimdilik, eve gidelim Johny. Çocuk sen olmadan uyuyamıyor” sonra John’un kulağına: “Bende öyle” diye fısıldadı. İki tamamen gençleşmiş insan, John Heizman ve Sally çiçek kokan bahçeden el ele eve gidiyorlardı. Her bahar onlar için hayat sanki yeniden başlıyordu ve bütün yeni Amerika’da gerçek hayat yeniden başladı…

“Senin hikâyenin çok güzel bir sonu var” dedim Anastasya’ya. Ve senin anlattığın bütün hikâyeler hep böyle, hep ümit dolu. Ama gerçekte böyle bir şey gerçek olabilir mi Anastasya?” “Bu mutlaka olacak Vladimir. Bu hikâye benim aklımdan uydurduğum bir hikâye değildir. Gelecekte olacak olan bir hikâyeyi sana anlattım. Şimdi bu hikâye tam olarak nerede oldu ve insanların isimleri önemli değil. Önemli olan fikir ve hayal; ve eğer benim anlattığım hikâye insanlarda pozitif hisler uyandırıyorsa, bu insanlar mutlaka bu fikri ve hayali geleceğe taşıyacaktır. İnsanlar bu hikâyeye kendilerinden bir sürü ayrıntı katacaklar, bundan dolayı o zaman büyük bir anlam ve farkındalık kazanacak bu hikâye.” dedi Anastasya. “Peki, nasıl olacak bütün bunlar?” diye sordu Vladimir. “Bak, sen bu hikâyeyi beğendin mi?” “Ben mi?” “Evet, sen gelecekte böyle bir şey olsun diye ister misin?” “Niye istemeyeyim ki!” “Bunu sen insanlara anlatırsan, başka insanlarda senin gibi çıkmayacak mı ortaya! O insanlar da bu hikâyeyi görmek isteyecek” dedi Anastasya. “Herhalde çıkacak” dedi Vladimir. “Bak görüyor musun, öyle insanlar çıkacak ve birçok insan gözlemlemek değil de iştirak de etmek isteyecek ve kelimeler gerçekleşecek” dedi Anastasya. “Evet, evet. Dediğin gibi herhalde…” diye ekledi Vladimir.

KISA KANKA SORUN YOK
Alıntı

#4

Bir kitap bölümü uzunluğunda Big Grin
Alıntı


Benzer Konular...
16-07-2022, Saat: 21:30
Son Mesaj: 4pro bey



Bu konuyu görüntüleyen kullanıcı(lar):
1 Ziyaretçi